Ateşin Düştüğü Yerden

Ateşin Düştüğü Yerden

TAKİP ET

İNSAN MEMELEKETİNİ NEDEN SEVER Derler ki: Allah (c

İNSAN MEMELEKETİNİ NEDEN SEVER

Derler ki: Allah (c.c), Âdem (a.s)’ı yaratacağı vakit, Cibrîl (a.s)’a yeryüzünün değişik yerlerinden toprak getirmesini söyler. Cibrîl (a.s) dünyâya gelir ve toprak ister ama yeryüzü, toprağın kendinde emânet olduğunu söyleyerek, toprak vermez. Cibrîl (a.s), Allah’a yeryüzünün toprak vermediğini söyler. Allah (c.c) bu defa Cebrail (a.s)’ı yeryüzüne geri gönderir; yeryüzü yine toprak vermez.
Bu defa İsrafil (a.s) ı gönderir. Yeryüzü yine vermez. Yeryüzü toprak vermeye yanaşmayınca Allah (c.c), Azrâil (a.s)’i gönderir.

Yeryüzü: “Toprak bana emânettir, vermem” der. Azrâil (a.s) da: “Allah da bana onu al ve getir!” diye buyurdu der. Eli boş dönemem, der. Sonunda yeryüzü istenilen toprağı vermek zorunda kalır. (Böylece Allah (c.c) Azrail’i insanların canını almakla görevlendirir.)

Derler ki; Âdem (a.s)’ın balçığı yeryüzünün çeşitli yerlerinden alınan bu topraklarla karılmıştır. İnsanların çeşitli renk, huy ve yapılarda olmasının sebeb-i hikmeti budur.

Hz. Ali (r.a) buyurur ki: “İnsan memleketten çıkar ama memleket insandan çıkmaz.”

Ve “insan doğduğu yere benzer” derler. Bu misâlleri çoğaltabiliriz.

Bunları yan yana koyduğumuzda insanın doğduğu yeri sevmesinde, bu uğurda ölümü göze almasında, nerede ölürse ölsün cesedinin doğduğu yere gömülmesini vasiyet etmesinde/arzulamasında, Âdem’in harcında yeryüzünün toprağının olmasının bir rolü var. Acaba her insanın toprağı doğduğu yerden mi alınmıştır? İnsan toprağının alındığı yerde mi doğar? Memleket hasreti çekmesi bundan mıdır?

Bilim adamları, toprakta bulunan bütün maddelerin insanın vücudunda da mevcut olduğunu söylüyorlar. Ölenlerin ardından; “Topraktandık, toprağa döndük” derken yine bu toprak/insan ilişkisine gönderme yapılır. Zirâ, memleketimiz ile bir kan bağımız vardır.

İnsan doğduğu yeri niçin bu kadar çok sever? Taşın-toprağın nesini seviyoruz?

Üzüldüğüm zaman kendimi Urfa’nın ince, uzun sokaklarına atıyorum. Dar sokaklar, yüksek duvarlar, avludan sokağa kollarını uzatmış asmalar; ya da incir veya dut ağacı, bir genç kız gibi duvardan sokağı seyreden pembe-beyaz zakkum ağacı çiçekleri; taşların arasından çıkmış bir bitki, tahta panjurlu bir pencere, yıllarca herkese aynı büyüklükte açılmış tahta kapı, kim bilir kimlerce tutulmuş kapı mandalı, haclı kapı, soluk taşları, kasteller, tarihi çeşmeler itinayla dizilmiş kara taşlarda ne var ki bana huzur veren?

Kara taşlar üzerinden türkü söyler gibi geçen şu at arabasının tekerleklerinden yükselen seslerde, atın nallarında, Kişnemesinde ne var? Sırğası dolu eşek hamalının “Sakııın!” sesini takip eden eşeğin uzun uzun anırmasında, simitçi çocuğun “Kehkeee”sinde, eskicinin, kepekçinin, kül-zıbılcının, biyancının huzur veren sesindeki büyü ne?

Kapı kapı dolaşan fukara, kapının önünde koza-kırık oynayan çocuklardaki sır ne? Dar sokaklar arasına sıkışmış bir mescitteki huzuru büyük camilerde niçin bulamıyoruz?

Bize sükûnet bahşeden bu sokaklar sakladığı mânevî gücü nereden alır?  Çift kubbeden bakıldığında bütün Ortadoğu’yu önümüze seren güzellik Hz. İbrahim (a.s)’ın bereketidir. Bu mânevî huzur, İslam fethinin getirdiği bir nefestir. Ruhumuzu dinlendiren şey bu taşlarla bu topraklarla olan akrabalığımızdır.

Dertli dolabın iniltisi bizim iniltimizdir.  Biz o iniltide niye kendimizi buluyoruz? Gurbet elde ana/baba kadar özlediğimiz gerçek memleketimizdir. Yaban elde bir Urfa türküsü duyduğumuzda gözlerimiz dolar Bir resim, filmden bir kare bizi heyecanlandırır. Gurbet dönüşü yolların bir an önce bitmesini isteriz. Uzaktan evlerin damı görüldüğünde içimizde tatlı bir heyecan uyanır. Akabe’ye gelir gelmez kollarını iki yana açıp bizi kucaklayan Urfa olur. Böylece ilk hasretimizi memleket giderir. Memleketine ayak basan insan neden her şeyden/herkesten önce toprağını öper? Toprağı öperken, toprakta seni öper sanki.

Bu aşk nereden geliyor?

emekli maaşı hesaplama formül