ÇÖMÇE GELİN

TAKİP ET

Çocuktuk,  Urfa, peygamberler şehriydi

Çocuktuk, 

Urfa, peygamberler şehriydi. Adına layıktı. Misafirperverdi. Hacca giden hacılar mutlaka Urfa’ya, Hz. İbrahim’in memleketini ziyarete gelirlerdi. Bu hacılar için adeta olmazsa olmazdı. O zaman derler diki “Eğer bi gün hec yıxılırsa, urfa hec olur. Hec üçın herkes Urfa’ya gelir”  Urfa, Mekke, Medine’yle bu kadar bütün olmuştu. Urfalılar da, Hz. İbrahim’in hemşerisi olmanın gereklerini eksiksiz yerine getirirlerdi. Zengin, fakir herkes Urfa’ya gelen hacıları gider metxelin (dergâh) önünden üçer-beşer alır, o gece evinde misafir ederdi. Bu her Urfalı için bir mecburiyetti adeta.  Misafiri- yolcuyu dışarıda bırakmak, Urfalı için, Hz. İbrahim’in hemşerisi için ayıptı.

[colorContent text="Anlatırlardı “Dul bi eksik oğlını mısafılığa hêcı getırsın dêye gönderiy. Uşax zuvaxta oyına daliy, geç kaliy. Gidiy baxiy ki hêcı kalmamış. Korxısında otıri ağlamağa başliy. Ordan geçen biy kaç arxadaş bını görüp, uşağa; -Oğlım niye ağlisan? İtindiy mi? Demişler. Uşax, -Yox. Anam dedı get mısafır etmax üçın hêcı getir. Geldım baxtım eve aparacax  heç hêcı kalmamış hepısını götırmışler. Himdi eve getsem anam benı öldırır êynı. Onın üçın ağlıyam. Arxadaşlar bir birlerine baxmışlar. Kaş-göz etmışler, dönıp uşağa; -Ağlama yav bız hêcıyıx, hade bızı götır, dêyıp, yetımın göynını xoş etmışler.”"]

Urfalılar, misafire ve hayır işlerine önem verirlerdi. Çünkü Urfa peygamberler şehriydi, adına layıktı. Cuma akşamları, fukaralar fırınların önüne oturur, hayır sahipleri fırından aldıkları ekmekleri onlara dağıtırdı. Cuma geceleri erkekler mutlaka yatsı namazına camiye giderler, namazdan sonra nikâh tazelerlerdi. Bazı kadınlar (Hakim dede, hacıkılep, metxel) türbeleri ziyaret edip, mum yakıp dua ederlerdi. 

Cuma günü çarşı ( ki, çarşılarımız her sabah duayla açılırdı) esnafı dükkânlarının önüne, içi su dolu büyük teşt ve kazanlar koyar, suyun içine buz kalıpları atar, Urfa’nın sıcağında insanlara su dağıtırlardı. Ya da çarşı-pazarda “savıx suuuu. Avê honıııık” diye bağırarak su satan çocuklara suyu parasını ödeyip sebil ettirirlerdi.  Çocuk, suyu peşin satmanın sevinciyle hemen Urfalılara has güzel sesiyle bağırmaya başlardı “Hasan-Hüsen êşkına sebiiiiiiil” Bu Urfalıların, Ehli Beyte ve Kerbela da susuz şehid edilen İmam Hüseyin’in arkadaşlarına olan aşkıydı. Okunan mevlitlerde Kerbela faciasına uzun uzun yer verilirdi.

Yapılan yemeklerde mutlaka “komşu payı” olurdu. Akşam namazı öncesinde sokakta elinde içi yemek dolu tabaklarla gidip-gelen çocuklar görülürdü.  

“Göz hakkı” vardı. Çarşıdan alınan sebze-meyve sepette ya da büyük marhama (mendil) içinde kapalı olarak getirilirdi. Fırından getirilen yemeğin üzeri kapalı olurdu. Birisi bir şey yerken-içerken birisi görse, mutlaka ondan görene de tattırılırdı. Büyükler çocuklara takılırdı “erkek uşağısan hele dadına bax, yoxsa şeyi düşer” derlerdi. Herkes hayırda yarışırdı. Urfa peygamberler şehriydi. Urfalı bu isme layık olmaya çalışırdı.

            Bazen yağmur yağmazdı. Urfalıyı korku alırdı. Hayır-hasaneti artırırlardı. Hz. İbrahim’in makamında fakir-fukaraya Tırıt ziyafeti verirlerdi. Urfa’nın ileri gelen âlimleri yağmur duasına çıkılacağını ilan eder. Urfalılar çoluk-çocuk, kadın, yaşlı sabah namazını dergâhta kılındıktan sonra, emanet (Peygamber efendimizin sakal-şerifi ve sancak) önde,  tekbirlerle, salavatlarla ayıbın düzüne (Eyyub Peygamberin makamına) doğru yola çıkılırdı. Yolda diğer camiden çıkan, ahali sokaklardan geçerken evden çıkıp katılanlarla büyük bir kalabalıkla yağmur duasına çıkılırdı. Duanın yapılacağı alana çocuklar, yaşlılar ve hayvanlar da getirilirdi. Büyükler “biz günahkârlarız, Allahım bu sabilerin, bu beli bükülmüş pir-i fanilerin, bu dilsiz ağızsız hayvanların yüzü suyu hürmetine bize merhamet et” diye dua ederlerdi. Ve yağmur yağmadan dönmezlerdi.

            Biz, çocuklarda bu yağmur duasına kendimizce katılırdık. İki değnek parçasını bir birine (T şeklinde) bağlar, üzerine küçük kardeşlerimizin elbiselerini giydirir, küçük bir bebek (Çömçe gelin)yapardık.  İki çocuk bebeğin ellerinde tutup, aralarına alır, diğer çocuklar da onların peşinden gelerek başlardık sokak sokak, kapı kapı dolaşmaya. Dolaşırken de,

 “Çömçe gelin ne ister

Allahdan rahmet ister

Koç-koyun kurban ister

Balıxlara yem ister

Ver Allahım ver

Biy yağmırdan, sel” diyerek, kapıları çalardık. Sesimizi duyan komşu kadınlar hazırlıklı olurlardı. Kapıyı, bir ellerinde buğday dolu tabak diğer ellerinde bir kova suyla açarlardı. Buğdayı çocuklardan birinin elindeki torbaya boşaltır, suyu da Çömçe Gelinin üzerine dökerek ıslatırdı. Bazen de kovanın içinde kalan suyu üzerimize serperlerdi. Yağmur yağmış da ıslamışız gibi.

Yeteri kadar buğday topladığımıza kanaat getirince, çocuklarla birlikte Halil-u rahmana gider, topladığımız buğdayları balıklara atardık. O dilsiz-ağızsız havanlara iyilik yaparak, Allah’ın bize merhamet etmesini, yağmur yağdırmasını isterdik.

İyi günde, kötü günde yan yana olan insanlardık.

Bekir Urfalı

ab rusya yaptırım