Devler Ve Cüceler
Televizyonların hayatımıza girmeden önceki zamanlarda, gaz lambası ışığı altında ninelerimizden dinlediğimiz masallarda devler, birde peri cüceler olurdu
Televizyonların hayatımıza girmeden önceki zamanlarda, gaz lambası ışığı altında ninelerimizden dinlediğimiz masallarda devler, birde peri cüceler olurdu. Devler, kendilerini her şeyin üstünde görür, herkesin kendilerine boyun eğmelerini ister, keyfi uygulamalar yapar, her yaptıklarında haklı sayardılar kendilerini. Yegâne otorite, egemen güç görürlerdi kendilerini. İmtiyaz sahibiydiler. Herkesin kendileri gibi düşünmelerini, kendileri gibi giyip, kendileri gibi yiyip içmelerini, tek tip kafa yapısı, tek tip insan olmalarını isterlerdi. Herkesin hizaya gelmesini emrederler, emirlerinin yerine gelmesini isterlerdi. Astıkları astık, kestikleri kestikdi. Ali kıran, baş kesendiler. Masal boyunca zavallı peri cücelere yapmadıklarını bırakmaz, onlara hayatı zindan ederlerdi. Bizde, çocuk akıllarımızla devlere kızar, onlara içimizden aklımıza geleni söylerdik. (Sesli söyleyemezdik, çünkü dini bütün olan ninemiz hemen kızar “ Yere tükürün, ağzınız pis oldu, onlar kötüde olsalar kötüye kötü laf söylenmez. Gâvura dahi gâvur demeyin.” derdi. Bizde o aklımızla tükürür, gâvura gâvur demeyip de kime gâvur diyeceğiz diye sormazdık. ) Peri cücelerden yana olur, devlere karşı savaşırdık. Büyük meşakkatlerden ve azimle sürdürülen kutlu bir mücadeleden sonra dev yenilir, zafer peri cücelerin olurdu. Biz bu zafere peri cücelerden daha çok sevinirdik. Bu bizim devle olan savaşımızın zaferiydi. Bu zafer mutluluğuyla yataklarımıza yatar, gece rüyalarımızda devlere karşı, peri cücelerin saflarında zaferler kazanırdık.
Sonra büyüdük, masallar, devler ve peri cüceler hayatımızdan çıktı, gerçek dünya ile yüz yüze kaldık. Yani uyandık çocukluğun tatlı rüyasından.
Hani rahmetli Nesreddin hocanın yolu bir gün bir köye düşer. Yerde buz, havada ayaz var. Soğuk insanın iliklerine işliyor. Hocam sığınacak sıcak bir ev bulmak ümidiyle evlerin arasına dalıyor. Köyün azgın köpekleri hocayı görünce hışımla seğirtiyorlar. Hocam şaşkın, can tatlı. Sağına-soluna bakınıyor. Yerdeki taşları görünce, hemen bir taş alıp köpeklere atmak için buzlar arasındaki taşlara doğru hamle yapıyor, ama nafile buzlar taşları yere çivilemiş gibi. Ve Hocam tarihe geçen meşhur sözünü söylüyor: Bu nasıl köydür ki taşları bağlayıp, köpekleri salı vermişler.
Ve büyüyünce birden kendimizi taşların bağlı, köpeklerin özgür olduğu bir dünya içinde bulduk. Hayatın hiçte öyle masallarda olduğu gibi olmadığını gördük. Her şeyimizi bir bir yitirdik. Önce ninem çekildi hayatımızdan, sonra çocukluğun o tatlı düşleri. Masallarımızı da televizyon yedi, çocukken kurduğumuz pembe düşleri de devler. Ve hayatımıza bir sürü yeni şey girdi. Gerçek hayatın devleri de bir başkaydı. Öyle masallardaki gibi tek gözlü, iri cüsselide değillerdi. Bizim gibi insandılar, kravatlı takım elbiseliydiler, ama masallardaki devlerden daha azgın, daha doymaz, daha çok kan içicilerdi ve her yerdeydiler. Peri cücelerin de masallardakinden daha çok ve inatçı olduğuna şahit olduk.
Biz büyüyünceye kadar çok şey değişti hayatta. Değişmeyen tek şey devlerin doymayan gözleri, çeşitli hile, oyunları, peri cücelerin aralarına koyduğu hain taraftarları ve sonlarıydı. Onlar gerçek hayatta da peri cücelerle girdikleri savaşı hep kaybettiler, kaybetmeye de devam ediyorlar. Kaybedenler hep devler, kazananlar hep peri cüceler oldu. Ve hep de böyle devam edecek. Her ne kadar taşlar bağlı, köpekler açık olsa da. Dünyanın her ne kadar çivisi çıksa da kazananlar kutsallarını, dinini, töresini, vatanını devlerin önüne atmayan asil ruhlulardır…