Dua Dua Dua -2
Yüce Allah her konuda olduğu gibi dua konusunda da bizi yalnız bırakmış değildir
Yüce Allah her konuda olduğu gibi dua konusunda da bizi yalnız bırakmış değildir. Şayet bizi bize bırakmış olsaydı, elimizden tutmamış, yol ve yordam göstermemiş olsaydı halimiz harap olur, İsrailoğulları gibi yıllarca dönüp dolaşırdık aynı yerde.
Yüce Allah bizden uzak, duymayan, görmeyen ve ulaşılmaz biri değildir. Kendisini bize tanıtırken eşsiz kitabında; “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara/186) buyurmaktadır.
Bu ayet Yüce Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu bilmemiz ve kendisini güzelce tanımamız için soracağımız ve sığınacağımız yegane adresi gösterdikten sonra dua etmemizi istemektedir. Ayrıca yaptığımız her duaya cevap verildiğini bilmemiz gerektiği özellikle vurgulanmaktadır. O halde bu ayeti tekrar tekrar okumamız ve doğru anlamamız menfaatimize. Yoksa Allah muhafaza pişman olan kullarından olabiliriz ahirette.
Bize, bizden daha yakın olan, bizi bizden daha iyi bilen birine dua ettiğimizi, yalvardığımızı ve kendisinden dilek ve istekte bulunduğumuzu bu ayet vesilesiyle öğrenmiş bulunuyoruz. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.) bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabiye, “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin; siz ne duymayana dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” (Buhari, Cihad 131; Müslim, Zikir, 44; Ebu Davud, Vitr, 26) buyurmuşlardır.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da haddi aşmamamız gerektiğini düşünüyorum. İçten ve samimi bir şekilde yönelmemiz gerekir. Bizim dualarımız; “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf/55) diyerek nasıl dua etmemiz gerektiğini açıklamış bizden dua isteyen Yaratanımız.
Bizlerden nasıl dua edeceğimizi, içimizden seçerek gönderdiği elçileri aracılığıyla öğretmektedir. Kur’an-ı Kerimde bu konuda onlarca dua örneği bulunmaktadır. Bu duaların her biri bir derdimizi dile getirmeye, bir yamuğumuzu düzeltmeye, bir kusurumuzun affına sebebiyet vermeye, bir yaramıza merhem olmaya matuftur. O halde buyurunuz Yüce Allah’ın seçkin Peygamberlerine öğrettiği dua örneklerinden birkaç tanesini öğrenmeye ve dile getirmeye;
Bazen yanlış yaptığımızı dile getirmek, af ve mağfiret dilemek için Hz. Adem (a.s.)’ın diliyle dua etmemiz lazım gelebilir. Yasak ağaçtan yedikten sonra Hz. Adem ve eşi; “Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf/23) diye yalvardılar. Salt tarihi bir olay olarak anlatılmış değildir bu durum. İbret almamız ve her hangi bir yanlışlık ve kusur esnasında aynı şekilde pişmanlık duyarak af dilenmemiz için vurgulanmaktadır.
Eğer Yüce Allah, yaptığımız ve işlediğimiz herhangi bir kusur, herhangi bir günah vesilesiyle bizleri affetmeyecek olsaydı, işte o zaman ziyana uğrayanlardan olurduk. Hemen her an bir zulüm, bir haksızlık veya bir yanlışlık işlemekte olan biz günahkar kulları Yüce Allah; “… gerçekten çok zalim ve pek nankördür.” (İbrahim/34) şeklinde tarif etmektedir. Eğer yaptığımız dualarımız olmamış ve Yüce Allah’ın da af ve mağfireti günahlarımızı kaplamamış olsaydı halimiz nice olurdu? İşlenen her günahın akabinde hemencecik caza verilmiş olsaydı dünyada yaşam olmazdı. Çünkü ayeti kerimede; “Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.” (Fatır/45) Bir başka ayeti kerimede bu konuyu şöyle dile getirmektedir Yüce Allah; “Senin rabbin hep bağışlayıcıdır ve merhamet sahibidir; şayet yaptıkları yüzünden onları (hemen) cezalandıracak olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan öte kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır.” (Kehf/58)
Her an günaha dalan biz kullar, her an tevbe etmemiz de lazım gelmez mi? Günaha meyilli varlıklarız ancak istersek tevbeyle bu kusurlarımızı silebiliriz.
Bazen de Hz. Yunus (a.s.)’ın yaptığı gibi dua etmemiz lazım gelebilir. “…Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.” (Enbiya/87) Yanlış yaptığını kabul etmek ve bunu itiraf etmek büyük bir erdemdir. Bu erdemliliği de bugüne kadar en güzel şekilde yerine getirenler de kuşkusuz seçkin elçiler olmuşlardır.
Bizlerin her gün sabahtan akşama kadar az veya çok nefsimize zulüm etmediğimizi, günah işlemediğimizi, isyana girmediğimizi kim veya kimler iddia edebilir? Seçkin insanlar olmalarına rağmen bir zelleden (kusurdan) dolayı bu kadar tedirgin olmuş ve ardı sıra dua ve yalvarmalarını dile getirmişlerdir. Hatta Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şükreden bir kul olmak adına sabahlara kadar zikir ve dua ettiğini şu hadisten öğreniyoruz.
Aişe (r.ah.)’dan rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v.), gece ayakları şişinceye kadar namazı kılardı. Aişe diyor ki, kendisine: “Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Resûlü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır, dedim.”
“Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu. (Buhari, Tefsiru sure (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81)