Gaz Lambası
Urfa'da zaman ağır akar
Urfa’da zaman ağır akar.
Hele de kış aylarında. Gündüzü ayrı, gecesi bir başka olurdu…
Avlulu evlerde; mutfak avlunun bir ucunda, kiler bir diğer ucunda, bir odadan diğer odaya geçerken bile soğuğu iliklerinize kadar hissedersiniz. Yağmur varsa, ıslanmamak için koşar adım avluyu geçseniz de ayaklarınızı ıslanmaktan kurtaramazsınız. Ev işlerini yaparken soğuktan eli ayağı “pırçıklı gibi moraran” bir soluk tandıra girip ısındıktan sonra, tekrar işinin başına dönerdi.
Kışın soğuk gecelerinde tuvalete çıkmamak için sabaha kadar kıvranırsınız. Sıcak yataktan kalkıp, tâ avlunun diğer köşesindeki tuvalete gitmek her yiğidin harcı değildir. Hele de çocuksanız. Gece boyu yağan yağmurun ve akan çörtenin taş zeminde çıkardığı sesi dinleyerek uyumanın da zevki bir başka güzeldi.
Akşam erken inip, gün çabuk karardığından, analarımız işe erken koyulur, hava kararmadan işlerini bitirmeye çalışırlardı. Hele bir de sıra gecesi kendilerindeyse, ev halkı seferber olurdu. Misafire mahcup olmamak, gerektiği gibi ağırlamak için herkes bir işin ucundan tutardı. Palıza yapılır, Küncülü Akıt, Peynirli Helva hazırlanırdı. Çiğköftenin eti Karataş üzerinde tokmakla dövülür, yeşillikler ayıklanıp yıkanırdı. Geceye, karanlığa pek bir iş bırakılmamaya gayret edilirdi.
O zamanlar her şey gibi elektrikte Urfa’ya geç gelmişti. Büyük yoldaki şirketten şehire belli saatlerde elektrik veriliyordu. Ve her evde de elektrik yoktu. Aydınlatma Gaz Lambasıy, Fânus ve İdâre Lambalarıyla yapılıyordu. Maddî durumu iyi olan evlerde Lüks Lambası vardı. Lüksün lambasının ışığı beyaz renkte ve daha çok ışık veriyordu. (Misâfirliğe gittiğimiz bir evde ilk defâ görmüştük. Nenem çok beğenmiş, dedeme âdete yalvarırcasına “Sofu, bundan bize de al” demişti)
İdâre Lambası; daha hafif, küçük ve basit bir aydınlatma aracıydı. Tenekeciler tarafından imâl edilirdi. Ters çevrilmiş huni şeklinde, haznesine gaz doldurulup, ağız kısmındaki bez parçası bükülerek yapılmış, ya da deleme ipinden yapılan fitil yakılarak aydınlatma sağlanırdı. Çok is yaptığından odalarda kullanılmaz, daha çok tuvalet ve ahır aydınlatmasında kullanılırdı.
Fânus Lambası; diğer gazlı aydınlatma araçları gibi altında gaz haznesi bulunan, ucu bu haznenin içinde olan fitilin tutuşturulmasıyla aydınlatan ve alevin rüzgârda sönmesini engelleyen cam koruması olduğundan daha çok dış mekânlarda kullanılırdı. O dönemlerde birçok sokakta aydınlatma lambaları yoktu. Gece misafirliğe giderken yol aydınlatmasında bu fânus lambaları kullanılırdı. Yolda, fânusu olmayan kişiye rastlanırsa, fânusu olan durur, fanusuyla o yolcunun yoluna ışık tutar, aydınlatma mesâfesinden çıkıncaya kadar beklerdi. (Gece sokağa çıkanlar ya fânus veya pilli el feneri kullanırdı. Yaz gecelerinde akrep avcıları da bu fenerleri kullanırlardı.)
Gaz Lambaları; cam şişeden yapılmış olan gaz ve fitil ile çalışan aydınlatma aracıydı. Lambaların 2,3 ve 4 numara olarak adlandırılan isimleri vardı. Bu lambalar numaraları yükseldikçe daha ziyade etrafı aydınlatıyorlardı.
Düz ve sıradan olan gaz lambalarının ise süslü olanları da mevcuttu. Zenginlerin lambaları daha şatafatlı ve gösterişliydi.
Gaz Lambaları ya duvara asılır ya da “Lamba Kürsüsü”nün üzerine konulurdu.
Duvara asılması için gaz deposunun ortasında iki santim genişliğinde bir girintiye sarılan çembere bağlı, silindir çeklinde parlak bir teneke bulunurdu. Işığı yansıttığı için buna “ayna” derlerdi. Aynanın üzerindeki halkadan duvardaki çiviye asılırdı. Bazı evlerde ahşaptan yapılmış, duvara asılı lambalığın üzerine konulurdu. Duvara asılmayan lambanın aynası çıkarılır, dört yanına ışık vermesi sağlanırdı.
Bizim evde de “Çıra Kürsüsü” vardı. Ceviz ağacından yapılmış 40-50 cm yüksekliğinde, 30-35 cm genişliğinde; üzerinde annemin elleriyle simden desenler işlediği açık mavi bir atlas örtü, örtünün üzerinde de yine annemin ördüğü çiçek şeklinde zarîf bir dantel örtü vardı.
Annem, istisnâsız her gün akşam olmadan lambanın gazını tazeler, fitilinin ucunu makasla düzeltirdi (eğer fitil düz olmazsa sis yapar, Kenne’nin/camın kararmasına sebep olarak ışığı engellerdi).
Lambanın camını yıkamak için yumuşak bezden (genelde eski tülbent kullanılırdı) bir lif yapılır, ince 15-20 cm uzunluğunda bir çubuğun ucuna takılan sabunlu lifle camın içi güzelce yıkanıp durulanır, bir kenara kurumaya bırakılırdı.
Karanlık çökünce lamba yakılır, fitili indirip çıkaran mekanizmadan ışığın yeterliliği ayarlanır; odanın ortasına, kürsünün üzerine konulurdu.
Annemiz yer minderine oturup örgü örerken, biz lambaya daha yakın oturarak, yere serdiğimiz kitap-defterlerin üzerine uzanmışçasına ders çalışırdık.
Mevsim kışsa, tandır kurulmuşsa; gaz lambası tandır kürsüsünün üzerine konulur, biz tandırın içerisinde, anlatılan hikâyeleri dinlerken, lambanın ışığı odanın taş duvarlarında hikâyedeki kahramanların gölgesini yansıtırdı.
Biz o gölgelerde atların terkisine biner, rüyâ âlemine doğru yol alırdık…
Bekir Urfalı