İman Meselesi

TAKİP ET

Yaşamakta olduğumuz bu hayatın sonunda cennete girip mutlu olmak veya cehenneme duçar kalıp bedbaht olmak biz insanlar için son derece önemli bir konudur

Yaşamakta olduğumuz bu hayatın sonunda cennete girip mutlu olmak veya cehenneme duçar kalıp bedbaht olmak biz insanlar için son derece önemli bir konudur. Varımızı yoğumuzu bu uğurda feda etmek, kuşkusuz değer. Çünkü ya zirveye çıkacağız yaptıklarımızla ya da dibe batacağız inandıklarımızla.

Kabul etmek ve teslim olmak ile ret etmek ve karşı gelerek diklenmek bir iman meselesidir. İnsanı cennete veya cehenneme sevk ve idare edecek olan da iman değil midir?

İster iman etsin ister karşı diklensin her insan bu dünyada serbest hareket etme imkanına ve ortamına sahiptir. Her insan, istediği oyunu icat edebildiği gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından kendisine öğretilen emir ve yasakları hayatında sergileyebilir de. Bu konu bir tercih meselesi, bir yaşam biçimidir. Ancak unutulmamalıdır ki bu tercihin de bir karşılığı vardır ve olacaktır. “De ki: “Allah’a ve resule itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran/32) Diğer bir ayeti kerimede Yüce Allah; “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır.

Kim Allah’a ve peygamberine itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kazanç budur.” (Nisa/13) şeklinde oynanacak oyunun çerçevesini çizmektedir.

Cennete girecek olan Mü’minler ile cehenneme duçar kalacak kafirler arasındaki en önemli farkın iman meselesi olduğu hepimizin malumu. Bu imanın göstergesi de kuşkusuz Peygamber (s.a.v.)’e uymakla, O’na benzemekle mümkündür. Çünkü iman; bir yaşam felsefesidir, bir düşünce biçimidir. Yüce Allah; “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.”(Nisa(48)

Kur’an ve Sünneti göz ününe getirdiğimiz vakit inkar eden, şirk koşan veya imanında herhangi bir sakatlığı bulunan kişilerin değil cennete girmeleri kokusunu almaları dahi mümkün değildir. O halde katışıksız, saf, temiz ve berrak bir iman her teslim olmuş insan için bir gerekliliktir, bir zorunluluktur.

Sürekli takviye isteyen bir unsurdur iman. Uyumadan önce, uyuyunca, kalktıktan hemen sonra, işe başlamadan evvel, işe başladıktan sonra, iş ve işlemleri yürütürken, okurken, yazarken, gezerken, yemek hazırlarken ve yemek yerken, ibadet etmeden önce, ibadet esnasında ve ibadetten hemen sonra iman gereklidir ve sürekli gözden geçirilmelidir. Tıpkı her gün bindiğimiz arabanın kontrollerini yaptığımız gibi. Sergilediğimiz davranışlarımızın, konuştuğumuz kelimelerimizin, ifa ettiğimiz sanatımızın imanımıza bir zarar verip vermediğini kontrol etmek akıllı insanların işidir. O yüzden Yüce Allah bir çok ayeti kerimede; “Düşünmüyor musunuz?” diye buyurmaktadır.

İman; kazaya kalmış, yerine getirilmemiş bir ibadete asla benzemez. İfa edilmeyen kimi ibadetin kazası söz konusu olabilir bu dünyada ancak imansız bir şekilde ahirete irtihalin telafisi söz konusu olmadığı gibi affı da mümkün değildir. “Onların ateşin karşısında durdurulup da “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha rabbimizin âyetlerini yalan saymayıp inananlardan olsak” dediklerini bir görsen!” (En’am/27) Ancak iş işten tamamıyla geçmiş, dönüş kapıları açılmamak üzere kapatılmış, kilitlenmiştir.

İman, takviye edilmediği vakitlerde zayıflamaya ve sönmeye yüz tutar. Bu durum, istenilen kaynaktan ve istenilen seviyede yapılmadığı zaman da böyledir. İmanı güçlendirmek adına yapılacak takviyenin şekli ve şemaili bizim keyfi uygulamalarımıza bırakılacak kadar önemsiz, değersiz ve sıradan bir konu da değildir. Bu yürüyüşün sonunda ebedi bir cennet veya ebedi bir cehennem söz konusu olacağına göre ihtimam gösterilmesi gereken bir konu olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Her türlü ilgi ve alakayı kesmeye sebebiyet verecek, körebe oyunu gibi gözlerin bağlanmasına yol açacak kadar basit bir iş, basit bir işlem değildir.

İman bir sefer elde edildikten sonra artık yok olmayan, eksilmeyen ve eskimeyen bir durum, bir konu değildir. Hatta güçlü bir imana sahip insanların bile imanlarına takviye etmeyi bıraktıkları anda imanlarında zayıflamanın başlayacağı söz konusu iken takviye etmeyi ve güçlendirmeyi hepten terk edenlerin durumunu varın siz düşünün. Evet, sürekli yapılması gereken bu takviyenin ve güçlendirmenin Kur’an ve Sünnet çerçevesinde olması gerektiği de hepimizin malumudur. Keyfi uygulamalara bırakılmayacak kadar değerli bir konudur.
Nasıl ki dışarıda soğuk hava şiddetini arttırdığı vakit bizler de hemen içerideki peteklerin ısı derecesini arttırıyoruz, nasıl ki dışarıda hava ısınmaya ve soğuğun beli kırılmaya başlayınca da bizler hemen içeride peteklerin ısı derecesini düşürmeye çalışıyoruz. Nasıl ki yaşadığımız mekanları ve ortamları sıcak ve soğuk açısından bir dengede tutmak zorundayız. Nasıl ki soğuk, sıcak dengesini giydiğimiz elbiseler ile sağlamaya çalışıyoruz. İmanımızı da bir dengede tutmamız, gerekli takviyeleri usulüne uygun hem de yerinde ve zamanında yapmamız gerekir. Nasıl ki böyle davranmak, böyle bir yol izlemek sağlığımız açısından bir zorunluluk ise imanımızı korumak için de kontrolleri zamanında yapmak ve katkıda bulunmak da bir zorunluluktur.

Sosyal hayatta her çeşit günahı işleme ortamı oluşturulurken, her türlü günahı aleni bir şekilde işleme imkanı birileri tarafından kolaylaştırılırken; nifak, küfür ve şirk sıradanlaştırılırken ve her türlü fısk-u fücur, günah ve haram bilerek ve teammüden arttırılırken biz Mü’minler de imanımız sönmesin diye içeride Kur'an ve Sünnet talimini arttırmamız gerekmez mi? Peki Müslümanlara, dine ve imana saldırılar her geçen gün biraz daha aleniliğini ve şiddetini arttırırken içeride dört elle Kur'an ve Sünnete sarılmamız gerekmez mi?

Yoksa dinimiz, imanımız, gitmemiz gereken cennet, korunmamız gereken cehennem bizim sağlığımız kadar bir değere, bir öneme, bir ehemmiyete sahip değil midir?

Azerbaycan Ermenistan Karabağ