Şemsiyem Olmasaydı

TAKİP ET

Urfa'da bahar bir başka güzel geçer

Urfa'da bahar bir başka güzel geçer. Ağaçlar çiçeğe durur, gökyüzü beyaz bulutlarla dolar, Urfa’nın toprak damlı evlerinde türlü çeşit nebat biterdi. Çarşıda ve evlerde tatlı bir telaş başlardı. Çevredeki bağlardan ve bahçelerden türlü türlü meyve sebze Mevla haneye (Hal pazarına)  taşınır, çarşıdaki dükkânların tezgâhında çağala (badem), yengidünya (yeşil erik), has (marol), hıyar (salatalık) yerini alırdı.

Havaların ısınmasıyla kadınlar kendilerini mesire yerlerine atarlardı. O zamanlar dağa (kıra) istediğin günü gidemezdin. Çarşamba, perşembe ve cumartesi günleri kadınların kır günüydü. Bunu bütün Urfalılar bilir, sözleşmiş gibi o gün için hazırlığını yapmış olan kadınlar gidecekleri mesire alanının yolunu tutardı. Evlerinden birer birer çıkıp, mesire yerine yaklaştıkça büyük bir kalabalık oluştururlardı.  Çocukların ellerinde çullar, çaydanlıklar, içi yiyecek dolu sepetler, tatlı bir şamatayla yola koyulurlardı. Kadınların dağ gününü bilen at arabacıları,  mesire yolu üzerinde durur müşteri beklerdi. Bazen iki-üç aile birleşir bir at arabası kiralayıp mesire yerine giderlerdi. Yol boyunca satıcılar olurdu. Bu satıcılarda mevsimin yeni çıkmış meyveler, dağdağan, annep, çocuklar için yapılmış rüzgârgülleri, balon, uçurtma, top gibi çeşitli oyuncaklar, ezme tatlısı, akıt (macun) leblebi tozu, çekirdek, dondurma, eskimo satarlardı. Gidilecek mesire yerleri herkesçe malumdu. Daha çok herkes kendi evine yakın olan yerleri tercih ederdi.

O zaman mesire yerleri Karakoyun deresi, kalkan, Topdağı, Meliğin Eyvanı, Şıhmaksut, Ayıp Peygamber, Hüseyve Deresi, Şirti Çayı, Zeytunluk, Bamyasuyu vs yerlerdi. Kadınların dağ günlerinde erkekler kesinlikle dağa gitmez, o çevrede bulunmazlardı.

Sabah evden çıkarken ortalık günlük güneşliktir, öğleden sonra aniden hava kararır, hiç beklemedin bir anda yağmur başlardı. Herkesi bir telaş alır, aceleyle toplanıp evin yolu tutulurdu. Eve gelinceye kadar iyice ıslanırlardı. Eğer o gün hava güzelse ikindiye kadar kalınır, ikindiden sonra yavaş yavaş yola çıkılırdı. O gün kıra gitmeyenler, kırdan dönenleri izlemek için evlerinin damlarına çıkar, çocuklar kapı önlerine oturur gelen kalabalığı izlerlerdi. Çocuklar kırlardan topladıkları kır çiçeklerini kendilerini karşılayan çocuklarla paylaşırlardı.

Urfa da Nisan ayının başka bir güzelliği-özelliği de Çete Bayramının (11 Nisan Urfa’nın Kurtuluş Günü) olmasıydı. Bu güne Urfalılar haftalar önceden hazırlanırdı.  Her ilçenin her mahallenin, ayrı ayrı hazırlıklar olurdu. Günler önceden mahallelerden davul sesleri, silah sesleri duyulurdu. Esnaf dernekleri geçit töreni için hazırlı yaparlardı. Okullarda o güne özel çocuklara kıyafetler dikilirdi.11 Nisan günü sabırsızlıkla beklenir, sabah erkenden tören alanına akın akın gidilirdi. Büyük bir heyecan içinde kutlama, konuşmalar ve geçit töreni yapılırdı.  Aniden bastıran yağmurla ıslanarak eve dönülürdü…

Baharın böyle güneşli bir sabahıydı, İbrahim Efendi Yahudi mahallesinde Çekeri cami yanındaki evinden çarşıdaki dükkânına gitmek için çıkmıştı. Cincıklı hamamına ulaşmıştı ki, hava birden karardı, ardı ardına şimşek çakıp gök gürlemeye başladı. İri yağmur taneleri düşmeye başladı. Hızanoğlu camine ulaştığında yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başlamıştı.  Yağmur sularından oluşan birikintilere düşen her damla kubbeleşip sonra patlıyordu. Havanın güneşli olmasına kanıp, şemsiyesini yanına almayan İbrahim Efendi ıslanmamak için adımlarını hızlandırdı, ama yağmurdan kaçmak nâ mümkündü? Çörtenler (oluklar)den akan yağmur sulardan korunmak için dar sokağın bir sağına, bir soluna geçiyordu. O sırada arkasından seslenen Yahudi komşusu Abdul Bozo’nun sesini duydu;

-Komşi gel şemsiyemin altına gir. Ben de çarşıya gidiyorum, birlikte gidelim. İbrahim Efendi şemsiyenin altına girdi. Birlikte sohbet ederek çarşıya geldiler. İbrahim Efendi dükkânına gelince komşusuna teşekkür edip çaya davet etti. Abdul Bozo “Başka zaman komşi” diyerek gitti.

Aradan birkaç gün geçmişti, Abdul Bozo İbrahim Efendinin dükkânının önünden geçiyordu. O sırada İbrahim Efendidinin başı kalabalık, müşterilerle ilgileniyordu. İbrahim Efendiye dönüp;

-Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha, dedi. İbrahim Efendini şaşırdı, ama bozuntuya vermedi tebessüm ederek “Haklısın komşu. Teşekkür ederim” dedi.  İbrahim Efendi bir sabah evden çıkarken Abdul Bozu’yla yine karşılaştı. Abdul Bozo İbrahim Efendiyi görünce “Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha” dedi. İbrahim Efendi utanıp kulaklarına kadar kızardı. “sağolasın komşu” dedi.  Abdul Bozo artık İbrahim Efendiyi nerede görse “Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha” demeye başlamıştı.  Çarşıda-pazarda, evden çıkarken, dükkânın önünden geçerken, olur-olmaz nerede görse hemen İbrahim Efendinin yolunu kesip “Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha” diyordu. İbrahim Efendi sinirleniyor, ama bir şey de yapamıyor. Kandı kendine kızıyor “Yahudinin şemsiyesinin altına girersen olacağı budur” diye söylenip duruyordu.  İbrahim Efendi artık Abdul Bozo ile karşılaşmamak için gayret ediyor, evden çıkmadan önce kapıdan sokakta olup olmadığına bakıyor, onun geçmesi ihtimal olan sokaklardan geçmiyor, buluna bileceği yerlere uğramamaya çalışıyordu. İbrahim Efendi ne kadar dikkat ediyorduysa da Urfa küçük yer, Abdul Bozo hiç beklemediği yerde burnunun dibinde bitip “Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha” diyor.

Ağustos güneşinin her yeri cayır cayır yaktığı bir öğlen saatinde herkes sıcaklardan korunmak için serin bir gölge arıyordu. İbrahim Efendi de sıcaktan bunalmış, ter içinde hızlı adımlarla dükkâna yetişmek için acele ediyordu. Halil-u Rahmadan geçerken birden Abdul Bozo burnunun dibinde bitti “Komşi o gün şemsiyem olmasaydı ıslanırdın ha” deyince, Yahudi komşusunun bu sözlerinden artık bıkmış olan İbrahim Efendi sıcakların verdiği asabiyetle kendini Halil-u Rahmanın sularına atar. Bir-iki kere batıp çıktıktan sonra çıkıp “Bundan daha beteri olur muydu gavur oğlu gavur” der…

 

 

meksika cinsel sapkınlık